Neler oluyor dersiniz? Bildiğimiz gibi kanser, sıradan ve dinç hücrelerin, anormal ve kanserli hücrelere dönerek yayılmasıyla meydana gelir. Peki ilk biçimsizleşme neyle başlar? Araştırmacılar yıllarca bu tetikleyiciyi bulmaya çabalayarak zamana aleyhinde yarıştılar. Bir Takım araştırmalarında, çözümün genetik mirasta gizli olduğunu, dışsal risklerin kansere cereyanli genleri uyararak kansere neden olduğunu öne sürdüler. öte yandan asbest ve dumanlı is gibi çevresel toksinler de günah keçisi seçildiler.
Özensiz bir yaşam tarzımn sonucu olan serbest radikallerin, kanser riskini artıran temel nedenlerden biri olduğunu biliyoruz. bununla beraber, sentetik kimyasallardan üretilen xeno-östrojenlerden (östrojeni taklit eden veya aktivitesinde değişikliklere yol açan maddeler) östrojene (yumurtalıklardan salgılanan ve insanlarda ikincil cinsel karakterlerin gelişmesini sağlayan hormon) dönüştürülen maddeler de kanser riskini artıran nedenler arasındadır. Şüphesiz, sigara esas akciğer kanseri nedenidir.
Hemen bir bilimsel çalışma, kanser ve dışsal tetikleyiciler arasındaki temas ile kanser ve yiyecekler arasındaki bağlantıyı kanıtlayacak. Hâlâ böylece çok insan, ağızlarına attıkları şeyin kanserli tümöre neden olduğunu kabul etmek istememekte direniyor. Anne evinde pişen yemeklere ve barbekü partilerine birazcık şüphe ile yakınlaşmak için bu dayanıklılık biraz fazla şayet de.
Bilimsel literetürün desteği
Amerikan Kanser Derneği ’nin ortaya koyduğu kanıtların yaklaşık %30 ila 40′ı, kanser ve besin arasındaki ilişkiye dair sonuçlara dayanıyor. Uzağa gitmeye lüzum değil, tıbbi veri tabanına bakarak da kanıtlarımızı onaylayan yığınla veriye ulaşabiliriz. Birkaçının üzerinde düşünmeye layık:
* “Perhiz ve Kolon Kanseri” E. Giovannucci kadar yapılan araştırmanın sonucu, 13 Aralık 1993 tarihli Cancer Researcher Weekly ’nm (kanser araştırmaları yayını) 21. sayfasında yayınlandı.
* “Hayvansal Yağa Yan Prostat Kanseri” (yüksek oranda kırmızı et yiyen ve %80′i prostat kanserine yakalanmış 47.855 erkek üzerinde yapılan araştırma), Facts on File – Gerçekler Dosyası ’nm 774. sayfasında 14 Ekim 1993′te yayınlandı.
* “Rejim Faktörleri ve Çevresel Kanser Riskleri” (periyodikey sonuçlar) 19 Temmuz 1993′te Cancer Researcher We-ekly ’mn 26. sayfasmda yayınlandı.
* “Diyet Kansere Karşısında” (American Cancer Society -Amerikan Kanser Derneği kadar yapılan araştırmaya kadar sebze, meyve ve tahıllar kanser riskini azaltıyor.) 7 Ekim 1992′de Nezv York Times ’m B7. sayfasmda yayınlandı.
* “Çalışmalar kafa karıştırır fakat yeşillik yemek iyidir” (Ulusal Kanser Enstitüsü ve John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi ’nin “sebze yemenin sağlığa faydaları” konulu araştırması) VVayne Hearn imzasıyla 9 Mayıs 1994′te American Medical Neıos ’in (Amerikan Tıp Haberleri) 20. sayfasında yayınlandı.
Canlı besinlerdeki kanser önleyici fitokimyasallar
Son zamanlarda yapılan kanser ve beslenme tartışmaları içerisinde en fazla kullanılan sözcük “fitokimyasallar”dır. Fiokimyasallar, doğal gıdaların içinde yer alan ve hücrelerdeki kanser gelişimini erteleyen bütünleyici öğelerdir. Hop-kins Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırmacıları yaptıkları bir deneyde, meme kanserine yol açan kanserojen maddelerle tedavi görmekte olan farelere, brokolinin içerdiği “sulforaphane” adlı kimyasaldan verdiler. Karnabahar, brüksel lahanası, şalgam ve kıvırcık lahanada da bulunan bu maddenin, farelerdeki ot gibi yaşama sayısını ve büyüklüğünü gözle görülür şekilde azalttığım, gelişimlerini geciktirdiğini gözlediler. Araştırmacılar bu maddenin, kansere sebebiyet veren ajanlara aleyhinde bedendeki enzimlerin koruma performansını artıracağını belirtmektedirler.
Fitokimyasallar, kanserle savaşta atılan birkaç adımdan birini oluşturur. Minnesota Üniversitesi ’nden epidemiolo-jist John Potter, “Bu adımların nerdeyse her biri kansere karşı açılmış bir savaştır,” diyor ve devam ediyor: “Sebze ve meyvelerin içinde, süreci aksine çeviren veya yavaşlatan bir veya ansızın fazla bileşen vardır.”2 Şimdi bunlara bir göz atalım:
Brokoli: DNA ’yi bağlayan kanserojenleri önleyen tiyosiyanat ve göğüs kanserine niçin olabilecek forma gelen östrojenin, zararsız metabolitlerin içinde parçalanmasını sağlayan indo-le-3-carbinol adlı maddeleri de içerir.
Lahana: Bol miktardaki konsantre indole-3-carbinol içeriğinin yanı sıra, kansere karşısında yaygın etkin koruma sağlayan oltipraz ve meme kanseri ile tümöre karşısında kullanılan brassinin maddelerini içerir.
Sarmısak ve soğan: Hücreli içindeki kansere neden olan kimyasalları detokside eden enzimleri uyarîan aliyi sülfürü maddesi içerir.
Kırmızıbiber: Akciğer kanserinin tetiklendiği yer olan DNA ’ya tutunan toksik molekülleri (özellikle sigaradaki) tutan capsaicin maddesi içerir.
Turunçgiller ve dutsu meyveler: Hücrenin üzerinde birikerek kansere niçin olan hormonları engelleyen flavonoid maddesi içerirler.
Soya fasulyesi: Oksijen ve beslenme içeren kılcal damarlara bağlanan minik tümörleri engelleyen genistein maddesi içerir. Bu durum, Batı ’ya taşınan ve soya ürünlerinden mahrum bir gıda şekline bağlı yaşamaya başlayan Japon erkeklerin-deki prostat kanserine yakalanma oranının niçin arttığını açıklayabilir.
Domates: Mideye, karaciğere ve mesaneye yönelen nitrosamine bileşenlerini engelleyen p-coumaric asit ve klorojenik asit açısından zengindir. Çilek, ananas ve biber de bu asitleri içerirler.
Fitokimyasallar alanında yapılan son araştırmalar büyük bir adım olarak görülmektedir. Bu konu VVashington ’da doktorların, profesörlerin ve dünyanın her yerinden gelen araştırmacıların katıldığı bir konferansta masaya yatırılmıştır. Ulusal Kanser Araştırmaları Enstitüsü (National Cancer Ins-titute), fitokimyasallan bulgu, izole etme ve onlarla çahşma konusunda yapılan araştırmalar için milyonlarca dolarlık bütçe ayırmaktadır. Milli Kanser Enstitüsü, Amerikan Kanser Derneği ve daha birçok tıbbi otorite de canlı ve taze sebze-meyvelerin çok önemli “kanser önleyiciler” olduğu konusunda hemfikirdir.
Kansere niçin olan şeyler besinler midir?
Çalışmalar sonucunda pişmiş, kızarmış ve yüksek protein içeren çoğu yiyecekte kanserojen madde olduğu ortaya çıkmıştır.
Pişmiş yiyecekler: Pişirme işlemi yiyeceklerin RNA ve DNA yapılarını bozar, besleyici değerini değil eder ve kanserojen madde oluşumuna neden olur. aynı zamanda yağların yapışım bozarak bağımsızlık radikal oluşumunu sağlar.
Özgürlük radikaller, bir elektronunu kaybetmiş olan moleküllerdir. Lisedeki kimya derslerini hatırlayacak olursanız, moleküllerin tekrar tekrar dengede kalmak istediğini; fakat birinin bir elektron kaybettiğinde, elektriksel dengesini tekrar kurmak için ümitsizce elektron aradığını ve bunu herhangi bir yerde bulacağı bir elektronu çalarak sağladığım da hatırlarsınız. Serbest radikaller bedende hür kaldıklarında yağ, protein ve hatta DNA ’mn elektronlarından çalarlar. Değişmiş DNA ise hücrede bir değişime (mutasyona) niçin olur ve denetleme edilemez bir şekilde çoğalır. Biz buna kanser diyoruz.
Vücut kendisini bu serbest radikallere aleyhinde enzimlerle savunur. Enzimler, yaralı hücreleri tamir eder ve serbest radikalleri parçalayarak su ve zararsız oksijen haline getirirler. Bu doğal savunma süreci, pişmiş yiyecek yediğimizde sekteye uğrar, çünkü yiyecekleri pişirme işlemi fazla sayıda özgür radikal oluşturur ve bedene giren enzim miktarım azaltır.
Kanserle savaşmak için, gövde pişirme işlemi sırasında kaybolmuş olan enzimlere gereksinim duyar. Dünyaca meşhur Viyanalı Dr. Warba, kanser tedavisinde enzimlerin yeni bir yaklaşım olduğunu söylemektedir. Kanser hücrelerinin tedavisini etkileyen iki asıl faktör vardır: kişinin bağışıklık sisteminin savunma gücü ve kanser hücrelerinin öldürücülüğü. Canlı besinlerdeki enzimler bu iki faktörü maksat alır. Kanserli hücrenin öldürücü gücünü düşürerek, bedenin savunma mekanizmasını güçlendirirler. Dr. Warba, enzimlerin gözenekli olan zarını hafifletip hücrenin yüzeyini geçirgenleştirerek, dıştan takviye almaya açık ışık halkası getirdiğini ve bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, ayrıca tümörlü hücrelerin inatçılığını kırdığım belirtmektedir.
Bedenimizde, habis bitkiler oluşumuna sebebiyet veren hücreli değişimlerini önleyen enzimlerin yanısıra bu amaçlı bir takım genler de bulunmaktadır. Jefferson Kanser Enstitüsü Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Departmanı ’nda (Department of Microbiology and Immunology Jefferson Cancer Institute) çalışan araştırmacılar, sütun kanserinin öncüsü olan bağırsakta, polip büyümesi sorununu önleyen bir enzime sahip genden bahsetmektedirler. Araştırmacı Linda Siracusa, yağların bağırsaklara uzanan zararlı etkilerini durdurmak üzere enzimlerin yağ metabolizmasında çok manâlı bir rol oynadığını söylemektedir. Enzimlerin tezgâhtar olabileceği bir öteki koşul da, yağlı gıdalar tüketmekten kaynaklanan bazı bakterileri bedenden atmasıdır. Kısacası enzimler normal olmayan hücreleri direkt bedenden atma işini üstlenirler.
Hangi mekanizma olursa olsun, iyi çalışan enzimler kansüratli önleyebilir.
Pişmiş yiyeceklerin tehlikeleriyle ilgili olarak Amerikan Kanser Derneği ’nin son tanımlamaları şöyle: “Son araştırmalar gösteriyor fakat, yüksek ısıda pişirilmiş hayvansal gıdalar, hayvanlarda bulunan ve kansere niçin olan çeşitli maddelerin oranını artırıyor, hem sağlam ve yerleşik DNA yapısını bozuyor.”5 Kansere bir yorumlama getirirken, onun toksik oluşumu göz önünde bulundurulduğunda, 1990′da Ulusal Kanser Enstitüsü ’nden. Dr. Richard Adamson göre yürütülen araştırmalar açıklayıcı niteliktedir. Yüksek ısıda pişirilmiş et, balık ve kümes hayvanlarında, çok miktarda heterosiklik aromatik aminler (HAA) olarak tanıdık, mutajen (mutasyon oluşturabilen kimyasal veya maddi etken) potansiyel olduğunu görüldü. Bu HAA ’lar, Adamson ’un çalışmaları içerisinde gördüğü en dinç olanlardı ve bunların çok az miktarı bile DNA ’da önemli hasarlar yaratabiliyordu.6 (Mutajenler kanserojendir çağırmak dürüst olur.)
Kaliforniya ’daki Lavvrence Livermore Ulusal Laboratuvarları ’nda yapılan yeni araştırmalara kadar, bu kadar şaşılacak sonuçlan olan tek şey, yüksek ısıda pişirilmiş et değildir. Laboratuvarda çalışan bilim adamı Mark Knize ve araştırma takımı ekmek, pirinç, yumurta, tofu ve glüten taşıyan sebzeli hamur işleri gibi farklı alanlara yönlendirilmiş besinlerin bambaşka pişirilme teknikleri ve bunların sonuçlan üzerine çalıştılar, insan metabolizmasının bir benzerini yaparak pişirdikleri yiyecekleri denediler ve pişirilmiş her yiyecekte mutajene rastladılar. Az Daha her yiyecek, pişirildiği ısının yüksekliği oranında mutajen içeriyordu.
Protein: Ulus Yararına Çalışan Bilim Merkezi ’nin (The Cen-ter for Science in the Public Interest) raporuna tarafından, sıradan bir Amerikalı, her gün sıradan 150 gram protein alıyor. Aslında yalnızca bunun bir kısmına ihtiyacımız var. Peki geri kalanı nereye gidiyor? Vücut proteini depolayamaz. Besin stoku olan kan ve hücreler, fazla protein karşı lenfatik sistemle fazlalıkları atmaya kalkışır. Ancak lenfler, altından kalkamayacakları dek ağırlık altına girdiklerinde, protein “tuzak”ları (tümörler) oluşur ve bu da organ ve dokuların geri kalanını gözetmek için lenfleri sımsıkı kapar. Nobel ödüllü Dr. Otto VVarburg ’un gösterdiği gibi, oksijen ikmali %30 oranında azaldığında, bu kapanmış hücreler zararlı kanser hücreleri haline gelebilir.
Dinç alışılagelmiş hücrelerin aksine, kanser hücreleri üre-mek için oksijene gerek duymaz. Kanserli hücreler bir bakıma bedeni artı protein zehirlemesinden gözetmek için atık tüketirler. Ama bu yaşamsal taktik, denetim edilemeyen vefatcül kansere neden olabilir.
Ne yazık ama, bizim işlenmiş ve pişirilmiş yiyeceklerimiz ölüdür ve hücrelerin ihtiyacı olan oksijenden yoksundur. Belli fakat bu mahrumiyet, hücreleri dönüşüm ve kötülüğe maruz bırakır. Canlı besinler sadece az protein içermekle kalmaz; aynı zamanda alkali de barındırır. Cisim fazla proteini atmaya uğraşırken, alkali gıdalar asidik ve toksik nitrojen birikimini nötralize etmeye yararlar.
Hipokrat Sıhhat Programı ’nın başlıca unsuru olan çimlenmiş buğday, Dr. Pnina Bar-Sella ’ya göre kanserle savaş açısından doğruluğu kanıtlanmış canlı besinlere iyi bir örnektir. 1995′te, buğday çimi özünde yer alan klorofildeki antimutajenik aktiviteler üstüne yaptığı çalışması şu sonuçları gösteriyor: “Buğday özünde saptanan klorofil, metabolik aktivasyon için gereken kanserojenlerin mutajenik etkilerine engel olan aktif başlıca faktördür. Bulgular, eşdeğer ticari bileşimler üstünde de test edilmiştir.”
Beslenme ve kanser üzerine bir başka araştırma da, 1994′te Oregon Bilim ve Tıp Enstitüsü ’nden (Oregon Institu-te of Science and Medicine) Arthur B. Robinson tarafından, fareler üstünde yapılmıştır. Araştırma, protein eksikliğinin kanserli hücrelerinin artmasını önleyen belli başlı etken olduğu yönündedir. “Dobra Dobra görülüyor fakat, düşük proteinli yaş sebze ve meyvelerle besin, kanserin çoğaltma oranını düşüren en esas faktördür.”
Kanser ve beslenme arasındaki bu ilişki üzerinde çalışan çoğu doktor kendi beslenme alışkanlığım değiştirmiştir. New Jersey ’deki Lawrenceville Kanser Korunma Merkezi (Protective Cancer Center in Lavvrenceville) yöneticisi Dr. Charles Simone, kanser ve beslenme arasındaki bağlantıyı araştırmaya 1983′te başlamış ve o tarihten beri ağzına tek bir lokma hamburger ve pizza koymamış, ailesini de bu beslenme tarzına ikna etmiştir. “Benim çocuklarımı katiyen hamburger, dondurma veya kekle kandıramazsınız,” diyerek övünmektedir.
Göğüs kanseri
Hayvansal ve oksijen yoksunu pişirilmiş gıdalara dayanan besin tarzlarının, kanser riskini kayda değer ölçüde artırdığı açıktır. Bu özellikle dünya üzerinde yüzlerce, binlerce kadının muztarip olduğu göğüs kanseri ile besin şekli arasındaki bağlantıda açık açık görülebilir. (Bugün sadece Amerika Birleşik Devletleri ’nde her sene 182.000 kadm göğüs kanserine yakalanıyor.) Açık Konuşmak Gerekirse, ülkelerin hayvansal gıda tüketimi ile göğüs kanseri oranı arasmda aracısız olarak bağlantı kurulabilir. Çünkü yağ dokuları, östrojeni çeker. Göğüs kanserinden kaçınmak için şahane bir gelişme, pek yok mi? Seçim, ağzımıza ne koyduğumuza dayanıyor. (Kanser – beslenme ilişkisinden, erkekler de payını alıyor. Hayvansal gıdalar, prostat dokusunu uyaran androjen adlı erkeklik hormonuna dönüşüyor. Androjenin onyıllar baştan başa prostat dokusuna akması sonucunda, bu kumaş genişleyip kanserli hale geliyor.)
Kanser ve hayvansal yağlar arasındaki ilişkiye karşın yeni araştırmalar başlıca tarımsal ilaçlarda, haplarda, yakıtlarda ve plastikte yer alan sentetik ve hormon taklidi bileşimlere (xeno-östrojen veya tanıdık olmayan östrojen olarak adlandırılır) işaret ediyor. New York ’taki Strang-Cornell Kanser Araştırmaları Laboratuvarı ’nda (Strang-Cornell Cancer Research Laboratory) çalışan araştırmacılardan Devra Davis ve H. Leon Bradlovv, xeno-östrojenlere maruz kalmanın, geçen yıllarda farklı öbür ülkelerdeki göğüs kanserine yakalanan kişi sayısındaki artışı açıklayabileceğini belirtiyorlar. Hem, bileşimlerin erkeklerde artan bir şekilde yaygınlaşan üreme bozuklukları alanını genişleteceğine inanmaktalar. Bilhassa testis kanseri, inmemiş testis (kriptorşidik testis), idrar yolu bozukluğu ve sperm eksikliği gibi.
Bedenimizdeki hücreler, iyi ve kötü dışsal uyarılara reaksiyon gösterirler. Yağ, kimyasal koruyucu, katkı maddesi ve tarım ilacı yüklü yiyecekler yediğimizde, hücrelerimizin ölümcül ur transformasyonuna katkıda bulunmuş oluruz.
Birazdan okuyacağınız çarpıcı hikâye, ölümcül göğüs kanserine aleyhinde bahşedilen bütün bir cesaret örneğidir. Hemen anlatacağım reel olay, yüzlerce şahane hikâyeden yalnızca biridir.
Göğüs Kanseri: Bir Sıhhat Yolculuğu
Afiyet problemlerim 1988 yılı Mayıs ’ında başladı. Kendimi iyi hissediyordum ancak bir sabah uyandığımda, göğsümde samimi bir kaşıntı hissettim. Kaşırken, orada küçük bir top olduğunu fark ettim. Anında doktorumu arayıp benzer gün içinde bir randevu aldım. Daha önce bedenimde defalarca iyi kalpli kist oluşmuş ve Nevv York ’taki doktoruma enjeksiyonla aldırmıştım. Chicago ’ya yeni taşınmıştım. Daha yeni gitmeye başladığım doktorum, benden mamogram çektirmemi istedi.
Teknisyenler durmadan filmimi çekiyor, bir hemşire de zıt zıt bana bakıyordu. Bir sorun olup olmadığını sordu ğumda, radyolog bana söyleyemeyeceğini ama bu mamog-ramı yıllar önce çektirmiş olmam gerektiğini söyledi. Bu henüz hikâyenin başlangıcıydı.
New York ’taki doktoruma gitmeye karar verdiğimde, Chicago ’daki doktorum bana üstünde “şahsi” yazan kapalı bir zarf verdi. Ama ben dayanamayıp zarfı açtım ve yeni doktorumun, göğsümde rastlanan kütlenin kanserli olduğunu yazdığını gördüm.
New York ’taki doktorum, yeni bir mamogram çektirmem gerektiğini söyledi. Birincil çekilenin yanlış olma olasılığını düşünerek yenisini çektirdim. Doktorum, göğsümden parça alıp deneme edilmesi için laboratuvara yolladı. Sonuç pozitifiti, doktorum bu kez de biyopsi yaptırmam gerektiğini söyledi.
Chicago ’ya dönerek, bana daha önce biyopsi yapan Chicago Üniversitesi ’ndeki güvendiğim doktoruma her tarafta gittim. Birkaç gün sonradan, bana son sözünü söyledi. Parça kanserliydi. “sevecen karsinoma” adı verilen bir hastalığım vardı.
Doktorum, göğüs ameliyatı olmam gerektiğini söyledi. Üçüncü bir bakış edinmek için başka bir uzman doktora gittim, fakat hepsi benzer şeyi söylüyordu. Hatta, Northwestern Üni-versitesi ’nde çalışan bir uzman, oraya ikinci kere gidişimde, kanserin göğüsümün tamamına nüfuz ettiğini ve her iki göğsümün birdenbire alınması gerekebileceğini söyledi. diğer taraftan yeniden yapılandırıcı plastik cerrahi önerdi.
Mayıs ayının birincil iki haftası içinde göğsümdeki kütleyi ayrım etmiş ve biyopsi olmuştum. Bir hafta sonradan da ameliyat olma planım yapılmıştı.
Bana, büyümekte olan kütlenin hava alacak şekilde bırakıldığında, çok çabuk bir şekilde büyüyeceğini söylediler (o nedenle biyopsinin hemencecik peşinde ameliyat etmek istiyorlardı). Doğruydu da. Bezelye değin olan şey, yaklaşık olarak yumruğum kadar olmuştu.
İşte o zaman farklı bir alternatif aramaya başladım. Dünyanın her yerini aradım. Alternatif yollarla kanseri yenmiş, ameliyata böylece razı olmamış insanlarla ilişki kurmaya çalıştım. Ne eyvah oysa göğüs kanserini ameliyat olmadan yenmiş tek bir birey bile bulamadım. Sonrasında ise öncü olmaya karar verdim.
Sonunda, ameliyat gününden birkaç gün önce Florida VVest Palm Beach ’te yer alan Hipokrat Enstitüsü ’nü buldum. Aradım ve derhal gelmek istediğimi söyledim. Kafamda her şeyi planlamıştım.
O sıralarda, ameliyatımda bol baht istemek için eşim dostum beni arıyordu. Onlara kararımı açıkladığımda hepsi şoke oldular. “Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdılar ve hepsi benim intihara kalkıştığıma emindi. Tek istediğim Chicago dışına çıkıp programa derhal başlamaktı. İşte o anda iyileşmeye başladım.
Hipokrat ’ta beş hafta kaldım, çünkü programın tamamını öğrenmek istiyordum. Ama kısa zamanda, beş haftanm bile kovanın içinde sadece bir damlacık su kadar eksik oduğunu anladım. Fiilen hastaydım. Bedenimdeki toksinlerle birlikte stresi de atıyordum. Güçlüydüm de. Ilk kırk gün içinde tümör küçülmeye başladı. Enstitüden ayrılıp eve gidiyordum. Çok uzun süre geçmişti ve kendime gelmem kademeli ilerleyen bir sürece yayılmıştı. Beş ay sonra Hipokrat ’ı her yerde ziyaret ettim. Altı ay içinde bitkiler ayrıntılarıyla yok olmuştu.
Zamanla daha iyi hissetmeye başladım. Haftada birkaç saat güzel süre geçirecektim. Sonra haftada bir gün kendimi normal hissedecek ve sonunda birçok zaman iyi olup fazla eksik zaman kötü olacaktım.
Kanserden kurtulmanın yanı sıra, Hipokrat Programı ’ndan fazla önemli bir şey daha öğrendim. Enerji seviyem şimdi çok daha yüksek. Cildim çabucak yenilendi, saçlarım neredeyse eskisinin iki katı gür, tırnaklarım daha dinç ve tenimin rengi çok daha iyi. Programa ve ilk ziyaretimden sonra geriye kalan kansersiz yıllarıma büyük bir inançla devam ediyorum.
Kanserin sadece yiyeceklerden değil çevresel faktörlerden de tetiklenebileceğini düşünüyorum. Grip gibi çağımızın hastalığı ve çok yaygın. Ne desek boş çünkü çok sinsi bir hastalık.
YanıtlaSilKanserin oluşma nedenini bir tek neden ile sınırlandırmak doğru olmaz. Bu hastalığın oluşmasında birden fazla neden bulunmaktadır.
YanıtlaSil